
Ömer Faruk Kenger: -Evet, Ahmet Ağabey, Ömer Faruk ve İbrahim, ikinci çayımız gelene kadar deyin hele, bir gün, bir şehirde, birkaç huzuru kaçmış adam, durup dururken niye bir dergi çıkarmak ister?
Ömer Faruk Aslantürk: Huzurumuz en başından, daha doğdumuzdan beridir yok. Öyle olmasa dünyaya geldiğimiz bedenen ilk vuk’u bulan eylemimiz ağlamak olmazdı. Geldiğimiz yeri yadırgamak değil de, asıl gideceğimiz yerin hasretindedir bu da. Yaşadığımız süre boyunca da, nefes aldığımız, imkân olduğunca sürecek olan bu huzursuzluğu biraz gizlemek, biraz da kendimizi oyalamaktır dergi çıkarmak. Her insanın hayatının odağında elbet bir ya da birkaç eylem vardır. Her birimizin de ayrı dertleri vardır; maddi, manevi. Manevi dertlerimiz ağır bastığımızdan bunu dile getirecek, dillendirecek bir ortamdır dergi çıkarmak. Kimseye duyuramadığımız sesi haykırmaktır kendi mecramızdan. Şimdi herkes susacak, sıra bize geldi, biz konuşacağız demektir. Herkes bizi dinleyecek, biz anlatacağız.
İbrahim Kenger: Ben şu şekilde cevaplamak istiyorum soruyu. Kalabalık şehirlerde yalnızlık çeken insanlarız biz. Franz Kafka tabiriyle “Yalnızlığımız insanlarla dolu.” Herkes bir geçim derdidir tutturmuş gidiyor. İnsanların başta ailesine sonra dostlarına ve arkadaşlarına ayıracak, onlarla vakit geçirecek kadar zamanı yok. Modern(?) çağın afili köleleriyiz hepimiz. Herkes kulağına fısıldanan modern köle olmanın şartlarını yerine getirmeye çalışıyor. Nereye gittiğimizi bilmediğimiz bir hengâmenin içindeyiz. Koşuyoruz ama nereye ulaşmak için koştuğumuz noktasında bir fikrimiz yok. Modern köle olmanın çok tane yazılı olmayan şartı var. En temelleri şu şekilde: Duyma! Görme! Yaşamın, insanlığın ve insanın en temel gereksinimi anlatmak ve anlaşılmanın canı cehenneme! Anlatma ve anlama! Eğer anlatacaksan da git yaşam koçu bul, danışman tut! Kendini aramak gibi safsataları duyma! Sen satın al! Yarışmaya devam et! Çatlayana kadar koş! Ve sadece birliktir! dediği bir zaman dilimindeyiz. Biriktir kısmında insan ve dost dışındakileri kastediyorum. İnsan harcamak para harcamaktan kolay. Bizler de bu dar alanda sürekli kısa paslaşmaktan yorulduğumuzu fark ettik. Çünkü fıtrata ters. Doğaya aykırı. Bu dar alanı metre karelerden kilometre karelerden tüm ölçü birimlerinden mesafelerden arındırıp genişletmek istedik. Bir orkestra gibi sesimizi, derdimizi ve biriktirdiklerimizi ortak bir yerden paylaşalım istedik.
Ömer Faruk Kenger: Peki neden e-dergi, fikir kim tarafından ortaya atıldı, nasıl benimsendi, o süreci sizden dinlemek istiyorum. Ökkeş’in heybesi çağın gereklerine göre mi hareket edecek yoksa geleneksel anlayışı teknolojinin nimetleriyle mi taçlandıracak?
Ahmet Şevki Şakalar: İzin verirseniz Ökkeş’in Heybesi’nin neden çıktığı ile birkaç kelam etmek isterim: Toplumda birçok şeyin sıradanlaştığı bu sevimsiz çağda farklı bir şeyler söylemek, birbirinden çok hızlı etkilenen kültür ve düşünme biçimlerine klas duruş bir itiraz ve namerdin çekindiği/mazlumun kalbini yasladığı bir ortam olabilmek için düşünüldü bu mecra.
Bizi biz yapan, bu ülkedeki acı tatlı her şey, bayramlardaki kucaklaşmamızı, yokuştaki terimizi, tarla kuşlarının cıvıltılarını anlatmak istiyoruz.
Kabul edelim yaşadığımız bu dünyada lanet şeyler oluyor, bunlara karşı duran ülkelerin ve kitlelerin sesi kısılmak isteniyor, işte Ökkeş’in Heybesi’nde bu olan bitenlere soylu bir itirazın sesiyle harekete geçmiş, bana ne demeden, gözü açık ölmek istemeyenler, söz alacak.
Ökkeş’in Heybesi, kalabalık şehirlerin uzak insanları, yani bizlerin daha hızlı hareket kabiliyeti isteğinden e-dergi olarak doğdu.
E-kitap ve e-dergilerin çoğaldığını var sayarsak bu yöntemle buluşmak istedik okurla yani dert biriktirip dünyayı, insanı ve anlamı sorgulayan herkesle.
Elbette modern çağın insana ulaşan bütün kanallarını kullanacağız sesimizi duyurmak için.
Münbit mekânlarda iyi adamların masalarına, ekranlarına ve not defterlerine misafir olmak hedefimiz.
Mütevazılığımızı, ahlakımızı yitirmeden yürüyeceğiz ancak sözümüzü de hainden esirgemeyeceğiz.
Böyle biline.
İbrahim Kenger: Ömer Faruk, çağın gereklerinden kastedilen şeyi açabilir misiniz bize?
Ömer Faruk Kenger: Biliyorsunuz yaşadığımız salgın sürecinde zirveye çıktığını gözlemlediğimiz teknolojik faaliyetlerin yadsınmaz gerçeği artık hayatımızın bir parçası haline geldi. Bunun popüler kültür ile hemhal olduğunu varsayarsak, tükenip gidecek belli bir dönemi kapsayan bir oluşum mu yoksa geçmişten günümüze taşıyıp getirdikleriniz, onları da ileri taşıyacak bir kaygı mı bu yapılanmayı bir araya getiren?
İbrahim Kenger: Salgın süreci öncesinde de insanlar zaten teknoloji internet ve sosyal medya ile içli dışlılardı. Hepimiz gözlemliyoruz bunu. Aile ile yemek yerken bile herkesin bir gözü telefonda. Misafirliklerde, otobüste, metroda ve gittiğimiz her yerde akıllı telefonlarımız hep elimizde. Yani salgın süreciyle insanların ne kadar çok içli dışlı olduklarının teknolojiyle farkına vardık. Yeni bir şey değil. Son birkaç yıldan beri bu böyle. Sadece meşguliyetlerimizden bunu fark edecek zamanımız yoktu. Bizi bir araya getiren bu süreçte yaşadıklarımız değil. Dolayısıyla süreç bitince bitecek bir şey değil. Yaz aşkı gibi bir durum değil bu. Hedefimiz biriktirdiklerimizi paylaşmak ve ilerleyen zamanlara taşımak bir şeyleri, zamana zamanda çentik atmak…
Ahmet Şevki Şakalar: Ben bundan şunu anlıyorum: İnsanın nefes aldığı ve kafa yorduğu her yere basılı, yazılı ve görsel olarak yetişebilmek, ulaşabilmek.
Üzerinde durmamız gereken kısmı ise şu olmalı, yaralıya merhem, üşüyene soba, karanlığa güneş olmak…
Acıkmışa ekmek de götürmeli ancak düşüncelerine ufuk, yürek sancısına kulak da vermeli.
İbrahim Kenger: Gelenekten kasıt kağıt ve kalemse, kağıda ve kaleme inanıyoruz. Ancak dönüşen bu zamanda insanlar daha çok elektronik ortamlarda ellerinde, evlerinde ve ceplerinde daha az yer kaplayan şeyleri seviyorlar. E-dergi olarak çıkma sebebimiz de bu aslında dilendiği zaman dilendiği yerde ulaşılabilsin. Bence gelenek aslında kâğıt ve kalemin ötesinde bir şey. Kağıt kalem sadece duyguları ete kemiğe büründürüyor. Aslolan duyguları ve düşünceleri anlatıp paylaşmaktır. Araç gereçlerin modern olması bu gerçeği değiştirmez. Dolayısıyla köklere bağlı olduğumuz kanaatindeyim.
Ömer Faruk Kenger: Peki neden Ökkeş’in Heybesi?
Ahmet Şevki Şakalar: -Ökkeş’in Heybesi sırtımızda bir emanet duygusu havası veriyor.
Sözün menziline ulaştırılması gerekliliği gibi.
Bir çeşit vefa yolculuğu.
Ömer Faruk Aslantürk: Ökkeş Anadoludur, kadim topraklardan çıkagelmiştir, yazın serin rüzgârıdır, o gösterişli dünyaya elindeki değneği vuran ihtiyar, geçmişe hasrettir, geleceğin imarıdır. Hoş sadadır.
İbrahim Kenger: Ökkeş’i Ömer açıkladı zaten. Ben heybe kısmına değineyim izninizle. Burada “Heybe” hayat yolculuğu boyunca insanın yanında taşıdıklarını ve götüreceklerini simgeliyor. İnsanlar yaşamları boyunca maddi ve manevi birçok şey biriktiriyorlar. Görünmez bir heybede taşıyorlar hepsini. Zamanı geldiğinde bir durakta, muhabbette soluklandıklarında heybelerinde ne varsa açıyorlar ortaya paylaşılabilecek olanları çıkarıp paylaşıyorlar. Nefeslendikten sonra kaldıkları yerden devam ediyorlar hem yolculuğa hem de heybeye yeni bir şeyler koymaya. Buradan yola çıkarak Ökkeş’in Heybesi oldu dergi adı. Dergi kendi adını kendi seçti diyelim daha doğrusu.
- çaylarımız da geldi. Öyleyse dergimizin yolu bahtı açık, okuru bol olsun diyelim
Ahmet Şevki Şakalar: Görünen o ki Heybeye daha nice sözler birikip üstüne sayısız çaylar içilecek…
Afiyet Olsun.
Ömer Faruk KENGER
One thought on “İKİNCİ ÇAYI BEKLERKEN”